SANATÇININ ESERLERİ
b ) RÖLYEFLER
Yozgat’ta bir köy varmış.
Köyde de bir ilkokul.
Öğretmen çocuklara bir ödev vermiş.
“Herkes bağda, bahçede kullanılan aletlerin küçük bir örneğini yapsın!”
Öğrencilerden biri Aslan Başpınar.
Bir heykel yapmış!
Kilden yaşlı bir köylü figürü.
Öğretmen
“Ben bunu istememiştim!” diyememiş çünkü bayılmış!
Bir heykeltıraş, Aslan Başpınar doğuyor
Köyde bir heykeltıraş doğmuş adeta…
Yapacak iş çok. Küçük Aslan, heykel için hep zaman bulmuş…
Heykellerini önce kilden yapmış. Kuruyunca ufalanmışlar…
Ağaçtan yapmaya başlamış. Birikmiş. Bırakın sergilemeyi, koyacak yer yok. Ahırlarına saklamış…
Köye mühendisler gelmiş. Yaptıklarını görmüşler. Onlar da bayılmış!
“Ankara’ya gelmeli! Heykeltıraş olmalı!” diyerek babasını ikna etmişler.
Ankara. Gazi Eğitim Fakültesi yılları.
Evden uzak.
Koşullar zor…
Yılmamış.
Çok çalışmış…
Ankara ve çeşitli kentlerde heykeller yapmış…
Küçük Aslan artık Büyük Aslan Başpınar olmuş. Hiç kopmadığı, babasının da heykelini diktiği köyüne gitmiş bir gün.
Evlerinin arkasında bir dağ varmış. İçinde maden.
“Maden Dağı derdik.” diyor.
Bir de ne görsün?
“Göremesin?” diye sormak daha doğru sanırım!
Dağ yok!
Sormuş. Köydeki herkes umursamaz tavırla
“Madenciler götürdü!” demiş. Aslan Başpınar’ın çocukluğunda içine tünelle girilip krom çıkarılan dağmış. Teknoloji gelişmiş. Dağ yok edilircesine oyulmuş. Yok olmuş!
Sanatçı duyarlılığıyla soruyor:
“Nasıl yapabilirler? Orada, köydeki herkesin anıları vardı…”
Şaşırmış.
Dağı yok edenlerin yaptığına… Dağı giden köylünün şaşmadığına…
Anıları canlanıyor. Çocukluğunu hatırlıyor:
“Gecenin geldiğini dağda öten baykuştan, baharın geldiğini o dağda açan çiğdemden” anladığını anlatıyor.
Dağdan köyü seyredişini anarken gözleri dalıyor…
Bugün
Heykeltıraş Aslan Başpınar.
Çok değerli bir sanatçımız.
Öylesi tıpkısını yapıyor ki, heykeldeki kişi hemen tanıdık çıkıyor!
Toprağın bereketi artıyor, ellerinde canlanıyor adeta.
Hayranlığınız artıyor toprağa, sanata, sanatçıya…
Son görüşmemizde sipariş almamasına rağmen bir Atatürk büstü üzerinde çalışıyordu.
“Boş duramam!” diyor.
“Bitmedi” dedi ama ben bitmemiş haline bayıldım!
Aklıma bir Atatürk büstü hikâyesi geldi…
Atatürk’ün sağlığında bir Atatürk büstü aranmış. Zaman dar. Kime yaptırılsın? Aramış, taramışlar… “Joseph Thorak yapmış” denmiş. Almanya’da! Özel izinle getirtilmiş…
Meraklısına not: Büst gelmiş, dönmemiş. Bugün Ankara’da 2 tane! Hadi yerlerini de söyleyeyim! Biri Dil Tarih, diğeri Türk Dili Kurumu içinde…
Sanatla dolu her köşesi,
Heykel müzesi dense yeri,
Görmek isterseniz harika eserlerini,
Dinlemek isterseniz bu kocaman yüreği,
Adres, Aslan Başpınar’ın atölyesi!
O atölyeye ne zaman gitsem, üzerinde önlük,
Işıldayan gözlerinde, müthiş ayrıntılar için yukarıdan baktığı gözlük!
Son çalıştığı, çamurun en güzel hali; harika bir Atatürk!
Thorak’ın büstünün bir benzeri.
Başpınar’ınki gülümseyeni.
Bayılmamak elde mi?
Sipariş değil yapılma nedeni,
Başpınar’ın yüreğinin sesi…
Gazeteci - Yazar Dr. Necati Yalçın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder